Kitap Önerisi / Lassie

Yazarı: Eric Knight

Yayınevilassie.jpg: Kuşak Yayınları

Lassie, kasabanın en gözde ve popüler köpeği. Birçok kişi yüklü miktarda para teklif etmesine rahmen sahibi bu tekliflerin hepsini geri çeviriyor. Lassie ve sahibinin oğlu Jack, görülmemiş bir dostluk örneği. Fakat ne yazık ki bir gün bu iki dost ayrılır.

Peki ya ayrılmalarının sebebi ne? Lassie’ye bir şey mi oldu? Peki ya birbirlerine kavuşacaklar mı?

Bunu öğrenmek için kitabı derhal okumalısınız. Gördüğüm en muhteşem kitaplardan biri. Oylama yaparsak ben bu kitaba 5/5 veririm.

Ayakkabı Nasıl Temizlenir?

Hepinizin ayakkabılığında kirlenmiş ayakkabı vardır. Bazıları çamaşır makinesinde yıkarlar ama siz güzelim ayakkabınıza kıyamazsınız (ben de onlardanım). Ama bir noktadan sonra maalesef ayakkabılar gerçekten çok kötü görünebiliyorlar. Bunun için yeni bir teknik öğrendim.

A-KN25616_2010039355009_4Ayakkabı İçin;

Gerekenler:

-Karbonat

-Biraz su

– Eski bir diş fırçası

Öncelikle bir kaseye karbonat koyun. Sonra karbonata çok az su ekleyin. Dikkatli olun, fazla dökmeyin. Karıştırdıktan sonra diş fırçanızı karışıma batırıp kirlenmiş yerlere sürtün. Kirli kısımlara sürttükten sonra ayakkabınızı 10 dakika o şekilde bırakın.

10 dakikanın ardından tekrar fırçalayın ve karbonatı temizleyin. Ayakkabınız artık tertemiz!

Peki ya bağcıklara ne olacak? Merak etmeyin, onun için de bir çözümüm var!

Bağcıklar İçin;

-Karbonat

-Su

Bir kaseye su doldurun. Su, karbonattan daha fazla olmalı. Koyduğunuz suya da yaklaşık 1 çay kaşığı kadar karbonat koyup karıştırın. Bu miktar koyduğunuz suya göre de değişir.

Karıştırdıktan sonra bağcığınızı suyun içine yerleştirin. Biraz elinizle bağcığı hareketlendirin. Sonra onu da 5-10 dakika kadar bekletin.

Artık ayakkabınınız yepyeni gibi görünüyor.Ben bunları henüz denemedim. Deneyince tecrübelerimi ve sonucunu sizinle paylaşacağım.

Görüşürüz! 🙂

Einstein Neden Dilini Çıkarmış?

Einstein’in, bir organizasyon dönüşü sırasında, peşini bırakmayan fotoğrafçılar tarafından sürekli kameraya gülümsenmesi isteniyordu. O gün defalarca kameralara gülümsemek zorunda kaldıktan sonra “Bu kadarı yeter” diye gazetecilere bağırdı; ancak onları vazgeçiremediğini anlayınca bu sefer dilini çıkardı…

İşin ilginç yanı, bu fotoğrafın orijinalinden kesilmiş olmasıdır.Orjinal resminde Einstein, eşi ve Dr Frank Aydelotte ile birlikte bir arabanın arka koltuğunda oturmaktadır.

Fakat ünlü bilimadamının bu fotoğrafı çok sevdiği ve sadece yüzünün olduğu bölümü kesip çoğalttıktan sonra arkadaşlarına kart attığı söylenmektedir.Böylece fotoğraf en ünlülerinden biri haline gelmiştir.

Ayrıca 19 Haziran 2009’da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74.324 dolara satılmış ve Einstein’ın en pahalı fotoğrafı olmuştur.

 

Kaynak: fwmail.net

Einstein’in Yerine Geçmek

Einstein konferanslarına her zaman özel şoförüyle gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a:

-Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum. Ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum, demiş.

Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş:

-Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar. O halde bu gün palto ve şapkalarımızı değiştirelim. Benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.

Şoför gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış. Ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş.

Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:

– Böylesine basit bir soru sormanız beni gerçekten şaşırttı, demiş. Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’i işaret ederek devam etmiş:

– Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım. Göreceksiniz, sorduğunuz soruyu o bile cevaplayacak.

 

Kaynak: Einstein ve Şoförü -Melik Duyar

Endonezya Nasıl Müslüman Oldu?

Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
– Hangi kumaştan sattın?
– Şu kumaştan efendim.
– Metresini kaça verdin?
– On akçeye.
– Nasıl olur?” diye hayret etti,
– Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.

– Ne demekti hakkını helâl et?

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:

– Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?

– Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.

Kral,

– İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

 

Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince

E-mail’iniz olsaydı..

Personel şefi kısa bir iş görüşmesini takiben ve test (yer temizletme) yaptıktan sonra şunu söyler:

– İşe kabul edildin, bana e-mail adresini ver, sana başlama tarihini ve getireceğin evrakları bildireceğim.

Adam boynu bükük bir şekilde bilgisayarının ve tabii ki e-mailinin olmadığını söyler.

Personel şefi bu durumda yaşayan birisi olarak düşünülemeyeceğini ve yaşamayan birisini de işe alamayacağını yüzüne vurur. Adam ne yapacağını bilmez ve kırgın bir şekilde ve cebinde sadece 10$ ile dışarı çıkar.

Hale gidip 10 kg domates almaya karar verir , kapı kapı dolaşarak domatesleri satar ve sermayesini iki katına çıkarır. Bu işi üç kere daha yapar ve sermayesini 160 $’a yükseltir.
Artık bu şekilde yaşamını devam ettirebileceğine kanaat getirir. Her sabah evinden biraz daha erken çıkar ve daha geç döner.

Her gün parasını katlamakla meşguldür. Kısa bir zaman sonra bir el arabası satın alır, daha sonra bunu bir kamyonla değiştirir. Bir süre sonra bir sevkiyat filosunun sahibidir artık. 5 yıl sonra adam ABD’nin en büyük gıda distribütörü olmuştur.

Artık ailesinin geleceğini düşünür ve bir hayat sigortasına başvurur. Görüşmenin sonunda sigortacı teklifini göndermek üzere e-mail adresini ister. Adam e-mail adresinin olmadığını söyleyince sigortacı şöyle der:

– Çok tuhaf, bir e-mailiniz olmadan böyle bir imparatorluk kurmuşsunuz, hele bir de e-mailiniz olsaydı ne olurdunuz kim bilir..

Adam düşünür ve şöyle cevap verir :  ”Microsoft ‘ da temizlikçi olurdum.”

Kaynak: http://dilaverajder.com/

Yaşanmış Hikayeler -1

İşimin yoğunluğu, eşim ve üç çocuğumun beklentileri sebebiyle annemi görme fırsatım pek olamıyordu. O akşam annemi yemeğe ve ardından sinemaya davet ettim. Endişelendi ve hemen “İyi misin, her şey yolunda mı” diye sordu. Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte kadınlardandı.

– “Seninle beraber ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel olacağını düşündüm” diye yanıtladım.

– “Sadece ikimiz mi?” Biraz düşündü ve “Çok isterim” diye cevap verdi.

O cuma, iş çıkışı onu almaya giderken kendimi biraz gergin hissediyordum. Eve vardığımda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü hafif gergin görünüyordu. Kapısının önünde, paltosunu çoktan giymiş bir şekilde bekliyordu.
Saçlarını yaptırmıştı ve üzerinde babamla kutladıkları son evlilik yıl dönümlerinde giydiği elbise vardı. Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi. Arabaya bindiğimizde:
– “Arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımı söyledim gerçekten çok etkilendiler” dedi. “Randevumuzun nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar.”

Gittiğimiz restoran, çok şık olmasa da sevimli, sıcak ve servisin kaliteli olduğu bir mekândı. Annemse, bir kraliçe edasıyla koluma girdi.Yerimize oturduktan sonra ona menüyü okumam gerekmişti, çünkü küçük yazıları göremiyordu.

Ben daha menünün ortalarındayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu fark ettim.

– “Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense meraklı bakışlarla beni dinlerdin” dedi.

Ben de gülümsedim.
– “O zaman, şimdi senin rahat rahat oturma sıran ve ben de okuyarak borcumu ödeyebilirim” dedim.

Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sıra dışı hiç bir şey olmadı ama eskilerden ve hayatlarımızdaki yeniliklerden bahsederek kaybettiğimiz zamanın birazını telafi etmeye çalıştık. O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki film saatini kaçırdık. Akşam annemi evine bırakırken;

– “Seninle tekrar çıkmak isterim ama ancak bu sefer benim seni davet etmeme izin verirsen” dedi ve bir akşam tekrar buluşmaya karar vererek ayrıldık.

Eve geldiğimde eşim yemeğin nasıl geçtiğini sordu:

– “Çok güzeldi” dedim. “Düşünebileceğimin çok üstündeydi.”

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti. Bu o kadar ani gerçekleşmişti ki, onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı. Birkaç zaman sonra evime, annemle yemek yediğimiz restorandan, ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandı:

– “Oğlum, bu faturayı önceden ödedim, çünkü seninle kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin. Seni Seviyorum.”

O an, “Seni Seviyorum” demenin ve hayatta değer verdiğimiz insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım.

 

Kaynak: secmehikayeler.com